top of page

MİRASÇILIK ve YASAL PAYLAR

  • Yazarın fotoğrafı: Av. Asil Özkan
    Av. Asil Özkan
  • 16 Tem 2021
  • 17 dakikada okunur

Miras, bir kimsenin ölümü ya da gaipliği neticesinde özel hukuk ilişkilerinin birtakım istisnalar dışında mirasçılarına geçmesi durumunu ifade etmektedir. Bu istisnalar kişiler ve aile (evlenmenin nispi butlanı davası, butlan davası, tanımanın iptali davası, babalık davası hariç olmak üzere) hukukundan doğan haklar ve borçlardır. Diğer bir istisna da Türk Borçlar Kanunu (“TBK”) Madde 513 kapsamında vekalet ilişkisidir. TBK Madde 513: “(1)Sözleşmeden veya işin niteliğinden aksi anlaşılmadıkça sözleşme, vekilin veya vekâlet verenin ölümü, ehliyetini kaybetmesi ya da iflası ile kendiliğinden sona ermiş olur. Bu hüküm, taraflardan birinin tüzel kişi olması durumunda, bu tüzel kişiliğin sona ermesinde de uygulanır. (2)Vekâletin sona ermesi vekâlet verenin menfaatlerini tehlikeye düşürüyorsa, vekâlet veren veya mirasçısı ya da temsilcisi, işleri kendi başına görebilecek duruma gelinceye kadar, vekil veya mirasçısı ya da temsilcisi, vekâleti ifaya devam etmekle yükümlüdür.” maddede de belirtildiği üzere vekalet verenin menfaatleri, 513\2 uyarınca tehlikeye düşüyorsa bu halde mirasçısı işler yoluna girene kadar vekalet ilişkisini yürütebilecektir.


Miras hukuku da bir kimsenin ölümü veya gaipliği dolayısıyla, o kişinin hukuki ilişkilerinin akıbetini düzenlemektedir. Ölüm neticesinin gerçekleşmesiyle birlikte, yalnız malvarlığı sahibi değiştiğinden medeni hukuk dallarının tümü bu halde seferber olmaktadır.[1]


Miras hukukuna ilişkin düzenlemeler 4721 sayılı Türk Medeni Kanun’unun (“TMK”) 495 ile 703 maddeleri arasında hükme bağlanmıştır. Miras bırakanın, malvarlığının aktifinin ve pasifinin mirasçılarına geçmesi hususuna da miras yahut tereke adı verilmektedir.[2] Miras ve tereke çoğu zaman kavram olarak birbirini karşılasa da terekenin içerisinde malvarlığı karşılığı olmayan kişiye sıkı sıkıya bağlı olan haklar da bulunabilmektedir. Bu durumda malvarlığına ilişkin tasarruflar miras bırakanın ölümü neticesinde mirasçılara geçerken, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları miras bırakanın ölümü neticesinde kendiliğinden sona erecektir. Bu haklardan bazıları sükna hakkı ve intifa hakkıdır. Bunun yanı sıra bir de manevi tazminat talebi vardır ki ancak bu hususta birtakım düzenlemeler mevcuttur.


Manevi tazminat talebi TMK md.25\4’ düzenlenmiş olup madde hükmü şu şekildedir: “Manevî tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; miras bırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez.” Miras bırakan eğer manevi tazminat talebini dile getirmeden, talep etmeden vefat ederse bu halde mirasçılarının manevi tazminat talep etme hakkı bulunmayacak, yani manevi tazminat talebi mirasçılara geçmeyecektir.


YASAL MİRASÇILIK NEDİR?


Yasal mirasçılar doğrudan kanunda belirtilmiş bulunmaktadır. Bu kimseler miras bırakanın iradesinden doğan mirasçılar değildir. Buna göre yasal mirasçılar şunlardır:

  • Kan hısımları\Altsoy (TMK md.495, 496, 497 ve 498)

  • Sağ Kalan Eş (TMK md.499)

  • Evlatlık (TMK md.500)

  • Devlet (TMK md.501)

Yasal mirasçılar arasında bunlar dışında bir de saklı paylı mirasçılar bulunmaktadır. TMK 505.madde hükmüne göre; “Mirasçı olarak altsoyu, ana ve babası veya eşi bulunan miras bırakan, mirasının saklı paylar dışında kalan kısmında ölüme bağlı tasarrufta bulunabilir.” denilmekle saklı pay mirasçıların; miras bırakanın altsoyu, ana ve babası ile eşinin olacağı belirtilmiştir.

Miras bırakanın iradesi ile mirasçı atama ise vasiyetname veya miras sözleşmesi ile (TMK md.514), bir ya da birden çok gerçek yahut tüzel kişiyi terekesinin bir kısmı veya tamamı üzerinde(TMK md.516) külli halef kurma arzusuyla yapmış olduğu bir hukuki işlemdir. [3]


Bir kimse gerek kanuni gerek atanmış mirasçı (TMK md.516) olsun, miras bırakanın borçlarından da miras bırakanın vefatı ya da gaipliğine karar verilmesi halinde sorumlu olacaklardır. Bu sorumluluk kişisel bir sorumluluk olmakla birlikte, her iki mirasçılık halinde birden fazla mirasçı bulunduğunda bu sorumluluk müteselsil sorumluluk kapsamında değerlendirilir.


MİRASTA MALM PAYLAŞIMI ve ZÜMRE SİSTEMİ


Miras bırakanın yalnız gerçek kişi olmasına karşın, mirasçı hem gerçek hem tüzel kişi olabilmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki gerçek kişiler hem yasal hem de atanmış mirasçı olabilirken, devlet hariç olmak üzere (TMK 501) tüzel kişiler yalnızca atanmış mirasçı olabilmektedirler. Bunlarla birlikte bizim hukuk sistemimizde ağırlık kazanan ve asıl olan görüş yasal mirasçılıktır.


Mirasta mal paylaşımında, yasal ve atanmış mirasçı ayrımının yapılmış olması mirasın yalnız yasal mirasçıya yahut yalnız atanmış mirasçıya kalacağı manasına gelmemektedir. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, bir tereke üzerinde sadece atanmış veya sadece yasal mirasçılar olabileceği gibi bununla birlikte hem yasal hem de atanmış mirasçı birlikte bulunabilir ve böyle bir durumda her iki tür mirasçı da birlikte mirasa çağrılabilir.


Mirasın yalnız yasal mirasçılara geçebilmesi için miras bırakanın, külli halefiyeti gerektirecek şekilde bir mirasçı atamamış olması gerekmektedir. Bunun haricinde elbette ki miras bırakan ölüme bağlı tasarruflarda bulunabilecektir. Miras bırakanın hiçbir saklı paylı mirasçısı bulunmuyorsa bu halde, miras bırakan mirasının tamamını bir ya da birden fazla kişiye atamışsa, bu halde mirası, atanmış mirasçılara geçecektir. Bunların dışında hem yasal hem de atanmış mirasçıların birlikte mirasçı olmaları durumu ise, eğer miras bırakan terekesinin belirli bir kısmı için mirasçı atamışsa bu kısım için atanmış mirasçı, geri kalan kısım için ise yasal mirasçı birlikte hak sahibi olmuş olacaklardır. [4]


Türk Medeni Kanunu’muzda zümrenin tanımı yapılmamış olmakla birlikte yine aynı kanun, mirasın paylaşımı noktasında zümre sistemini benimsemiş olup, mirasın mirasçılar arasındaki paylaşımı bu zümre sistemindeki derecelendirmeye göre yapılmaktadır. Bu açıklamalardan sonra tanımlayacak olursak, zümre; bir kimseden üreyen kimselerin, o kimse ile birlikte oluşturduğu hısımlık topluluğuna denilmektedir. Zümre sistemi ise miras bırakanın esas alınması ile belirlenen bir sistem olduğundan bahisle miras bırakandan başlamak suretiyle ve miras bırakana yakınlık ilişkisi çerçevesinde belirlenmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki miras bırakanın ilk zümreyi oluşturduğu düşünülse de kendisine mirasçı olamayacağından ötürü miras paylaşımı sırasında zümre sistemi içerisinde bulunması mümkün değildir.


Zümre sisteminin ana prensiplerinden olan kan hısımlığının olması ve bir zümreye dahil olmanın bir tek istisnasını evlatlık ve altsoyu oluşturmaktadır. Evlatlık ve altsoyu ile miras bırakan arasındaki ilişki hısımlık sözleşmesine dayansa dahi bu kişiler murisin birinci zümre mirasçıları konumundadırlar. Nitekim bu husus da TMK madde 500’de açıkça düzenlenmiştir. Hükmün bir ve ikinci fıkrasına göre; “Evlâtlık ve altsoyu, evlât edinene kan hısımı gibi mirasçı olurlar. Evlâtlığın kendi ailesindeki mirasçılığı da devam eder. Evlât edinen ve hısımları, evlâtlığa mirasçı olmazlar.” denilmektedir.


Belirtmek gerekir ki, Türk Hukuk Sistemimiz hısımların yasal mirasçı olması noktasında kan bağı hususunu dikkate aldığından dolayı, kayın hısımları bu noktada yasal mirasçı olamayacaklardır. Örnek vermek gerekirse, miras bırakanın kızı kendisinden önce ölmüşse, ölen kızının kocası, ona mirasçı olamayacaktır. Nitekim kızının kocası ile kendisi arasındaki hısımlık kayın hısımlığıdır.[5]

BİRİNCİ, İKİNCİ ve ÜÇÜNCÜ DERECE MİRASÇILAR

Türk Medeni Kanunu’muzda üç zümre belirlenmiş olup, bu zümreler şu şekilde sıralanabilir:

  • Birinci Zümre: TMK 495 uyarınca bu zümre, miras bırakanın altsoyundan oluşmakta ve aşağıya doğru sınırsız şekilde ilerlemektedir.

  • İkinci Zümre: TMK 496 uyarınca miras bırakanın anası, babası ve onların altsoyudur. Başka bir deyişle ikinci zümreyi miras bırakanın ana ve babası ile birlikte, miras bırakanın kardeşleri, kardeş çocukları, kardeş torunları oluşturmakta ve bu zümre aşağıya ve yana doğru sınırsız şekilde ilerlemektedir.

  • Üçüncü zümre: TMK 497 uyarınca miras bırakanın büyük anası, büyük babası ile birlikte onların altsoyundan oluşmaktadır. Bir başka ifadeyle, üçüncü zümreyi miras bırakanın büyük anası ve büyük babası, miras bırakanın amcası, dayısı, teyzesi, halası, amca-hala-dayı-teyze çocukları oluşturmakta ve bu zümre de yine aşağı ve yana doğru sınırsız bir şekilde ilerlemektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, bu üçüncü zümrenin, miras bırakanın eşi sağ ise onunla birlikte mirasçı olmaları halinde halefiyet noktasında TMK 499 uyarınca bir sınırlama mevcuttur.

MİRAS PAYLAŞIMININ NASIL YAPILACAĞI


Türk Hukuk Sistemimizde mirasın paylaşılması noktasında zümre sisteminin kabul edildiğinden bahsetmiş olmakla birlikte bu sistemde mirasın ilk olarak birinci zümreye tanındığını kabul ediyoruz.


Zümre sisteminde bir sonraki zümrenin mirasçı olabilmesi noktasında, bir önceki zümrede mirasçı bulunmaması yahut mirasçılar olsa dahi bu mirasçıların bir şekilde, mirasçılıktan çıkarma (ıskat), ret, feragat, yoksunluk (mahrumiyet) gibi nedenlerden ötürü mirasçı olmamaları gerekmektedir. Nitekim zümre sisteminde bir önceki mirasçılar sonra gelen mirasçıları engellemektedir. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus şudur: mirasçı olabilme noktasında asıl önemli olan bir önceki zümre içerisinde bulunmaktır. Nitekim kan hısımlığının derecesi burada önemli değildir. Bir önceki zümrede bulunan mirasçı, bir sonraki zümredeki mirasçıdan daha uzak kan hısımı olsa dahi, zümre sisteminin niteliğinden ötürüdür ki, mirasın diğer zümreye geçmesini engelleyecektir.


Mirasın geçmesini engelleyen iki husus daha bulunmaktadır. Bunlar zümre başı ve zümre köküdür. Zümre başı; aynı derecedeki zümrede bulunan ve mirasa hak kazanan ilk kimsedir. Misal ikinci zümrede miras bırakanın anası, babası ve altsoyu bulunmakta ve bu zümrenin başını da miras bırakanın anası ve babası oluşturmaktadır. Kök ise; aynı derecedeki zümre içinde, zümre başından sonra gelmiş olan çocuğun, altsoyu ile beraber oluşturmuş olduğu birimdir denilebilir. Ayrıca kökün de alt köklere ayrılması mümkündür. Son olarak belirtmek gerekir ki aynı derecedeki zümre içerisinde zümre başı ve kök başı var olduğu müddetçe, miras diğer mirasçılara, örneğin altsoyuna geçmeyecektir. Ancak bir hal vardır ki bu halde kök başı ya da zümre başının altsoyu mirasçı olabilmektedir. İşte bu hal halef olma neticesinde söz konusu olur. Miras bırakandan önce ölen yahut sağ kalmakla birlikte bir şekilde mirasa nail olamayan, mesela TMK md.511 uyarınca mirasçılıktan çıkarma sebebiyle, TMK 528 uyarınca karşılıksız feragat sebebiyle, TMK md.579 uyarınca mirastan yoksunluk sebebiyle, TMK md.605 uyarınca ret sebebiyle, zümre başı ya da kök başının yerini altsoyu, halefiyet yoluyla almakta ve mirasçı olmaktadır. Ölüm neticesinde halef olma TMK md.495\3; “Miras bırakandan önce ölmüş olan çocukların yerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır.”, TMK 496\2; “Miras bırakandan önce ölmüş olan ana ve babanın yerlerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır.” ve TMK 497\2; “Miras bırakandan önce ölmüş olan büyük ana ve büyük babaların yerlerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır.” ifadeleriyle belirtilmiş bulunmaktadır. Hemen belirtmek lazımdır ki üçüncü zümrede eğer zümre başları miras bırakandan önce ölmüşlerse bu halde altsoyun onlara halef olacağı hususunda bir sınırlama mevcuttur. Bu sınırlamalar TMK 497\4; “Ana veya baba tarafından olan büyük ana ve büyük babaların ikisi de altsoyları bulunmaksızın miras bırakandan önce ölmüşlerse, bütün miras diğer taraftaki mirasçılara kalır.” ve 499 b.3’te; “Miras bırakanın büyük ana ve büyük babaları ve onların çocukları ile birlikte mirasçı olursa, mirasın dörtte üçü, bunlar da yoksa mirasın tamamı eşe kalır.” İfadeleriyle belirtilmiştir. Buna göre, üçüncü zümrede zümre başlarının miras bırakandan önce ölmeleri halinde mirasın altsoya halefiyet yoluyla geçecek olması, ancak miras bırakanın sağ kalan eşinin olmaması halinde söz konusu olabilecektir. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, miras bırakanın eşi sağ ise ve tüm zümre başları da miras bırakandan önce ölmüş ise, bu halde yalnız zümre başlarının çocukları, amca, dayı, teyze, hala halefiyet yolu ile mirasçı olabilmektedir. Bu kişilerin de ölmüş olması halinde sağ kalan eş, halefiyetin devamını engeller ve bir tek o mirasçı olur.


Miras birinci zümrede bulunan kök başlarına eşit bir şekilde, ikinci ve üçüncü zümrede bulunan zümre başlarına da eşit bir şekilde paylaştırılır. Bu paylaştırma usulünde cinsiyet bir ölçüt olmayacaktır. Başka bir deyişle zümre veya kök başı miras bırakandan önce ölmüş bulunuyorsa bu halde, zümre veya kök başının altsoyuna miras eşit oranda paylaştırılacaktır.


TMK m.496\I’e göre ana ve babanın eşit mirasçı oldukları kabul edilmiştir. Ayrıca miras bırakanın ölümünden sonra ana ve babadan birisi ölmüş ise, onların payına düşen miras altsoyuna geçecektir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse bu halde miras, miras bırakanın kardeşlerine, kardeş çocuklarına vd. geçecektir. Ancak eğer altsoy bulunmuyorsa mirasın tamamı sağ kalan diğerine geçecektir. Ana ve baba miras bırakandan önce ölmüşlerse ve altsoy yoksa bu halde miras üçüncü zümreye geçecektir.


Ana ve babanın hayatta olmaları neticesinde, ilk zümreyi oluşturan altsoyun, onların mirasçılığını engellemesi Türk örf ve adetimiz açısından çok fazla eleştirilen hususlardan bir tanesidir. 1951 ve 1984 yıllarında kurulmuş olan komisyonlarda bu hususa değinilmiş, miras bırakanın yani murisin ana ve babasına belirli bir miktar iradın ödenmesi öngörülmekle birlikte buna karşın Yeni Türk Medeni Kanunu hazırlanırken bu hususa değinilmemişse de sınırlı da olsa, birinci zümre mirasçı olan altsoyun bulunduğu hallerde, ana ve baba sağ ise mirastan yararlanabileceklerdir. Bu hususta öncelikle miras bırakan, tasarruf nisabına uyduğu ölçüde ana ve babasını mirasçı olarak atayabilir[6] veya miras bırakan onlarla birlikte yaşıyorsa bu halde TMK 645 uyarınca, “Miras bırakanın ölümünde onunla birlikte yaşayan ve onun tarafından bakılan kimseler, ölüm tarihinden başlayarak üç aylık bakım ve geçim giderlerinin terekeden sağlanmasını isteyebilirler.” denilmektedir.


EVLATLIK ve ALTSOYUNUN KANUNİ MİRASÇILIĞI ve EVLİLİK DIŞI ÇOCUKLARIN MİRASÇILIĞI


Evlatlık ve Altsoyunun Kanuni Mirasçılığı


Evlat edinmenin şahsi sonuçları yanında bazı mali sonuçları da bulunmaktadır. Mali sonuçlarından en önemlisi mirastır. Miras, evlat edinenin gelecekteki güvencesini sağlamaktadır. Yazının bu bölümünde 743 sayılı kanun ile 4721 sayılı kanunu karşılaştırarak ilerleyeceğiz. Bu kapsamda da 743 sayılı Türk Kanunu Medenîsi’nin 257/1 maddesinde belirtilen evlat edinme sözleşmesiyle, bilhassa evlat edinmenin mali sonuçlarını değiştirme noktasında bazı sözleşmeler de yapılabilmekteydi. 4721 sayılı Medenî Kanun’un Uygulanması Hakkında Kanun md.14’te ise; “Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olan evlât edinme sözleşmeleri, bütün hükümleri ile birlikte geçerliliğini korur.” hükmü belirtilmiştir.[7]


Evlatlık ile altsoyunun kanuni mirasçılığı tek yönlüdür ve kan hısımı olmayıp da zümre mirasçısı olabilmenin tek istinası olduğundan, evlat edinene kan hısımı gibi mirasçıdır. Evlatlığın ve altsoyunun mirasçılığı birinci zümre mirasçılık olduğundan diğer mirasçıları engeller niteliktedir ve bunlar aynı zamanda saklı pay mirasçıdır. Evlatlık ve altsoyunun mirasçılığı TMK md.314\2; “Evlâtlık, evlât edinenin mirasçısı olur.” ve TMK md.500; “(1)Evlâtlık ve altsoyu, evlât edinene kan hısımı gibi mirasçı olurlar. Evlâtlığın kendi ailesindeki mirasçılığı da devam eder. (2)Evlât edinen ve hısımları, evlâtlığa mirasçı olmazlar.” denilmekle, evlat edinenin ve hısımlarının, altsoyunun, evlatlığa ve onun altsoyuna mirasçı olamayacağı da açıkça belirtilmiş bulunmaktadır. Ancak bu kimseler atanmış mirasçı olabileceklerdir. Ayrıca evlatlığın kendi ailesindeki mirasçılığının devam etmesi hususu da çifte miras hakkını açıklamaktadır. Sonuç olarak evlatlık ve altsoyu, evlat edinenin altsoyu ile aynı haklara sahiptir diyebiliriz.


743 sayılı kanun ile 4721 sayılı kanun arasında tek bir fark bulunmaktadır. 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 257/I maddesine göre, evlat edinilen ile evlat edinen arasında mirasa ilişkin sonuçların değiştirilmesine yönelik sözleşmeler yapılabilmekte idi. Bir başka deyişle, eski kanun döneminde evlatlığın mirasçılığını sınırlayan yahut ortadan kaldıran sözleşmeler yapabilmek mümkün idi. Ancak evlatlığın mirasçılığını ortadan kaldıran sözleşmeler yapılmadıkça evlatlık kanuni ve saklı pay mirasçısı idi. Evlatlık ve altsoyunun mirasçılığını ortadan kaldıracak olan sözleşme yapılmak istendiği vakit bu sözleşme en geç evlatlık sözleşmesi ile yapılabilmekte idi. Bu düzenleme evlat edinenin kan hısımlarının mirasçı olmalarına engel olma amacı taşıması üzerine yapılmış olduğu düşünülse de bu düzenleme de yerinde görülmemiş ve asıl korunması gerekenin evlat edinenin altsoyu olduğu belirtilmiş olmakla birlikte, 743 sayılı kanun döneminde altsoyu bulunan kimsenin evlat edinebilmesi zaten mümkün değildi. [8]


Yeni kanunumuz olan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’na göre ise, bu şekilde evlatlık ve altsoyunun mirasçılığını ortadan kaldıracak veya sınırlayacak bir sözleşme yapılabilmesini mümkün kılınmamaktadır. Bu noktada evlatlık ve altsoyunun mirasçılığı kısıtlanamayacak ve ortadan kaldırılamayacak şekilde bu kişiler evlat edinene mirasçı olmaktadırlar. Ancak belirtmek gerekir ki evlatlık ve altsoyu ile evlat edinen elbette mirastan feragat sözleşmesi yapabilirler, bu hususta bir kısıtlama bulunmamaktadır. Bunlarla birlikte yeni kanuna göre bunların mirasçılığı da saklı pay mirasçılığıdır. Evlat edinenin kendi ana babasına ve evlat edinene mirasçılığı eski kanun dönemindeki gibi aynı şekilde devam edecektir.


Evlatlık ve altsoyunun geçerli bir şekilde evlat edinene mirasçı olabilmeleri, evlat edinenin ölümü anında geçerli bir evlatlık ilişkisinin kurulmuş ve devam ediyor olmasına bağlıdır. Eğer evlat edinme iş ve işlemleri devam ederken evlat edinecek olan miras bırakan vefat ederse, bu halde geçerli bir evlatlık ilişkisi kurulmuş olmayacağından evlat edinilecek olan ve onun altsoyu, evlat edinecek kimseye mirasçı olamayacaktır.


Evlatlık ve onun altsoyu, TMK md.500\1 c.1; “Evlâtlık ve altsoyu, evlât edinene kan hısımı gibi mirasçı olurlar.” uyarınca evlat edinen kişinin hısımlarına mirasçı olamayacaklardır. Fakat eşlerden her ikisi de evlatlığı evlat edinmişse bu halde her iki eşe de evlatlık ile onun altsoyu mirasçı olabilecektir. Eğer evlatlık ile evlat edinenin hısımları arasında bir kan bağı bulunuyorsa evlatlık ve altsoyu ile bu kimseler arasında kan bağına dayanan mirasçılık da zaten söz konusu olabilecektir.


Yeni Türk Medeni Kanunu’na göre evlatlığın saklı pay miras oranı 1\2’dir. Bu saklı pay oranı ihlal edildiği takdirde evlatlık tenkis davası açabilecektir.


Evlilik Dışı Çocukların Mirasçılığı


Çocuk ister evlilik birliği içerisinde ister evlilik birliği dışında doğmuş olsun, anne ile çocuğun soy bağı TMK md.282 uyarınca; “Çocuk ile ana arasında soy bağı doğumla kurulur.” ifadesinde açıkça belirtildiği üzere doğum ile birlikte kurulduğundan, çocuk annesine ve annesinin hısımlarına doğumla birlikte mirasçı olabilecektir. TMK md.498 uyarınca; “Evlilik dışında doğmuş ve soy bağı, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulmuş olanlar, baba yönünden evlilik içi hısımlar gibi mirasçı olurlar.” Denilmektedir. Aksi halde, tanıma veya hakim kararı ile soy bağı kurulmamışsa, evlilik dışı doğanlar mirasçı olamayacaklardır. Bunların dışında evlilik dışı doğmuş olan çocukların mirasçılığı sonradan anne ile evlilik gerçekleşmiş olduğu varsayımında da evlilik içi hısımlar gibi mirasçı olabileceği sonucunu doğuracaktır.


Evlilik içi ve evlilik dışı çocukların bulunması ve miras bırakan babanın ölmesi halinde ve bununla birlikte evlilik dışı çocuk ile baba arasında tanıma yahut babalık davası ile soy bağı kurulmuş olduğunda eski medeni kanun ile yeni medeni kanun düzenlemeleri farklılık teşkil etmekteydi. Eski medeni kanunda düzenleme şu şekildeydi: eğer baba vefat etmişse ve evlilik içi ve evlilik dışı çocuk bulunuyorsa ve bu evlilik dışı çocuk ile baba arasında tanıma ile yahut babalık davası sonucunda verilen hüküm neticesinde soy bağı kurulmuş ise, bu halde, evlilik içi çocuk mirastan iki birim pay alırken, evlilik dışı doğup sonradan soy bağı kurulan çocuk ise mirastan bir birim pay alacaktır, diyordu. Ancak sonraki yıllarda Anayasa Mahkemesi, “…toplumun en güçsüz kesimini oluşturan çocukların korunması yönünden de olaya bakıldığında babasının kimliği kesin olarak belirlenmiş olan evlilik dışı çocukla, babalığına bütün neticeleri ile hükmedilmiş evlilik dışı çocuk arasında bir ayırım yapılması ve bunların tümünün birlikte mirasçı olduklarında nesebi sahih olan çocuğa göre mirastan hiç pay almamalarını ya da yarım pay almalarını öngören Medeni Kanunun 443. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi ile aynı maddenin ikinci fıkrası Anayasa'ya açık bir aykırılık oluşturmaktadır. “, “…443. maddesinin ilk fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline…”,”… Aynı maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline…”[9] (ANAYASA MAHKEMESİNİN E: 1987/1 (743 SAYILI KANUN İLE İLGİLİ), K: 1987/18 SAYILI KARARI) kararı ile bu hükmü Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı bularak iptal etti. Yeni Türk Medeni Kanunumuzda ise bu hüküm Anayasa Mahkemesi Kararına uygun olarak hükme bağlanmış ve sahih nesepli olmayan çocukların babalarından yarım oranda pay almaları hususundaki hükmü kaldırılmış, tabii babalığın tespiti yapılan düzenleme neticesinde mirasçılık için yeterli hale getirilmiştir.


EŞİN MİRASÇILIK HAKKI


Türk Hukuk Sisteminde, Miras Hukuku bağlamında sağ olan eşin mirasçı olabilmesi notasında bazı şartlar öngörülmüş olmakla birlikte bu şartlar; miras bırakanın ölümü anında eşin sağ olması, resmi evlilik birliğinin devam ediyor olması ve mirasa engel bir durumun örneğin mirastan yoksunluk gibi bir hususun bulunmuyor olması gerekmektedir. Eğer bu şartlardan bir tanesi sağlanamıyor ise bu halde eşin mirasçılığı söz konusu olamayacaktır.[10]


TMK’ye göre eş bir zümre mirasçısı olmadığından, sağ kalan eş yukarıdaki şartları da taşıyorsa mirasçı olabilecektir. Bu kapsamda bir zümre içerisinde olma halinde önceki zümre sonraki zümrenin mirasçılığını engellerken, sağ kalan eş diğer zümrelerle birleşerek mirasa ortak olacaktır. İlk iki zümrede hiçbir mirasçı olmaması halinde ve üçüncü zümrede de zümre başları ve onların çocukları miras bırakandan önce vefat ettikleri takdirde sağ kalan eş tek başına mirasçı olacak ve bu devletin mirasçı olmasını engelleyecektir. Burada eşin atanmış mirasçılığından değil, yasal mirasçılığından söz edilmektedir. Eğer miras bırakanın eşi dışında hiçbir yasal mirasçısı bulunmuyorsa bu halde miras bırakan, ölüme bağlı tasarruflardan tasarruf edilebilir nitelikte olan kısımları dahilinde mirasçılar atamışsa eş bu kişilerle mirasçı olacaktır.


Boşanma Davasının Eşin Mirasçılığına Etkisi


TMK md.181 uyarınca; “Boşanan eşler, bu sıfatla birbirlerinin yasal mirasçısı olamazlar ve boşanmadan önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendilerine sağlanan hakları, aksi tasarruftan anlaşılmadıkça, kaybederler.” denilmekle hükme bağlamış bulunmaktadır. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, boşanan eşlerin birbirlerine mirasçı olmaları mümkün olmamakta ve boşanmadan önce birbirleri lehine yapmış oldukları ölüme bağlı tasarruflar da boşanma hükmü ile birlikte, boşanma halinde de ölüme bağlı tasarrufların geçerli olacağını kararlaştırmamışlarsa kendiliğinden sona erecektir.


Boşanma davası kesin hükme bağlanmadan önce eşlerden birinin ölümü halinde kural olan evliliğin ölüm neticesi ile sonuçlanıp eşlerin birbirine mirasçı olması durumudur. Ancak istisna olarak TMK 181\2’de; “Boşanma davası devam ederken, ölen eşin mirasçılarından birisinin davaya devam etmesi ve diğer eşin kusurunun ispatlanması hâlinde de yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.” denilmekle, boşanma davası devam ederken eşlerden biri ölmüş ise, ölen eşin mirasçısı boşanma davasına devam edebilecek ve diğer eşin kusurlu olduğunu da ispat ederse şayet, sağ kalan eş miras hakkını kaybedecektir. Bunun yanı sıra ölüme bağlı tasarruflara ilişkin bir talepte de bulunamayacaktır. Bu bilgiler dışında sağ kalan eş ile ölen eşin birbirlerine mirasçı olmalarını gerektiren bir kan hısımlığı mevcut ise bu halde, sağ kalan eş mirasçılıktan çıkartılmadığı veya sağ kalan eşin mirastan yoksunluk sebebi olmadığı müddetçe mirasçılığı devam edecektir.


Son olarak belirtmek gerekirse ayrılık kararının bulunduğu hallerde sağ kalan eş, ölen eşe mirasçı olabilecek ve ölüme bağlı tasarruflardan da yararlanabilecektir. Ayrılık kararı buna engel değildir.(TMK 170 vd.) Nitekim ayrılık kararı evlilik birliğini sona erdirmemektedir.


Evliliğin Butlanının Eşin Mirasçılığına Etkisi


Evliliğin nispi butlanı halinde TMK 159 uyarınca; “Evlenmenin butlanını dava etme hakkı mirasçılara geçmez. Ancak, mirasçılar açılmış olan davayı sürdürebilirler. Dava sonucunda evlenme sırasında iyiniyetli olmadığı anlaşılan sağ kalan eş, yasal mirasçı olamayacağı gibi, daha önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendisine sağlanan hakları da kaybeder.” hükme bağlanmıştır.


Mutlak butlan hallerinde ise TMK 147\1 uyarınca; “Sona ermiş bir evliliğin mutlak butlanı Cumhuriyet savcısı tarafından re’ sen dava edilemez; fakat her ilgili, mutlak butlanın karar altına alınmasını isteyebilir.” denilmekle birlikte, sağ kalan eşin evlenme anında iyiniyetli olmadığı anlaşılırsa hem yasal mirasçı olamayacak hem de ölüme bağlı tasarruflara ilişkin haklarını kaybedecektir.


EŞİN DİĞER MİRASÇILAR ile MAL PAYLAŞIMI ve ORANLARI


Yukarıdaki açıklamalar ile birlikte sağ kalan eşin mirasçılığı birlikte bulunduğu zümreye göre farklılıklar göstermektedir. Bu husus TMK’de çok açık bir şekilde hükme bağlanmıştır. Buna göre TMK md.499 uyarınca; “Sağ kalan eş, birlikte bulunduğu zümreye göre miras bırakana aşağıdaki oranlarda mirasçı olur:


1. Miras bırakanın altsoyu ile birlikte mirasçı olursa, mirasın dörtte biri,

2. Miras bırakanın ana ve baba zümresi ile birlikte mirasçı olursa, mirasın yarısı,

3. Miras bırakanın büyük ana ve büyük babaları ve onların çocukları ile birlikte mirasçı olursa, mirasın dörtte üçü, bunlar da yoksa mirasın tamamı eşe kalır.”


ifadesiyle, eğer eş birinci zümre ile mirasçı olursa bu halde eşin miras payı, terekenin 1\4’ü olacaktır. Eğer eş ikinci zümre ile birlikte mirasçı olursa bu halde eşin miras payı, terekenin 1\2’si, üçüncü zümre ile birlikte mirasçı olursa bu halde de terekenin 3\4’ü olacaktır. Eğer ilk iki zümrede hiçbir mirasçı bulunmuyorsa ve üçüncü zümrede de zümre başı ve onların altsoyu miras bırakandan önce ölmüş ise bu halde eş mirasın tamamına tek başına sahip olacaktır, meğerki miras bırakan ölüme bağlı tasarruflarla tasarruf edilebilir kısım kapsamında mirasçı atamış olsun. Nitekim bu son halde sağ kalan eş ile atanmış mirasçılar birlikte mirasçı olacaklardır.


SAKLI PAY MİRASÇILARI ve MİRAS ORANLARI


Saklı pay mirasçılar yasal mirasçılardır ki bunlara mahfuz hisseli de denilmektedir. Bunlar da kanun gereği mirasa çağrılır ve miras bırakan bu kimselere, mutlaka miras paylarının bir kısmını bırakma zorunluluğunu taşımaktadır. Saklı pay mirasçılara ilişkin 2007 yılında 505 ve 506. Maddelerde yapılan değişikliklerle kardeşlerin saklı pay mirasçılığı kaldırılmış ve yeni düzenlemeye göre saklı pay mirasçıları TMK 505 uyarınca; miras bırakanın altsoyu, ana ve babası ile eşidir.


Saklı pay oranları TMK. m. 506’da açıkça hükme bağlanmıştır. Buna göre; “Saklı pay aşağıdaki oranlardan ibarettir:


1. Altsoy için yasal miras payının yarısı,

2. Ana ve babadan her biri için yasal miras payının dörtte biri,

3. Sağ kalan eş için, altsoy veya ana ve baba zümresiyle birlikte mirasçı olması hâlinde yasal miras payının tamamı, diğer hâllerde yasal miras payının dörtte üçü.” Buna ilişkin Yargıtay 2.HD kararı; “…Miras bırakan 27.10.2003 gününde vefat etmiş olup, geriye mirasçı olarak davacı eş E. ile çocukları N., N. ve torunu F. ile davalı Y. kalmıştır. Sağ kalan eş için saklı pay, altsoy ile birlikte mirasçı olduğunda kanuni miras payının tamamı, altsoy için saklı pay ise, kanuni miras payının yarısıdır. (TMK. md.506/1-4) Tasarruf edilebilir kısım, terekenin miras bırakanın ölümü günündeki durumuna göre hesaplanır. (TMK. md. 507/1) Mahkemece hükme esas alınan, tasarruf nisabı ve saklı payın hesabına ait 9.4.2008 günlü ek raporda terekenin miras bırakanın ölüm tarihindeki değerleri değil, keşfin icra edildiği 12.5.2006 tarihindeki değeri esas alınarak saklı pay hesabı yapılmıştır. Ayrıca yapılan bu saklı pay hesabında, murisin tasarruf edebileceği kısım (tasarruf nisabı) altsoyun miras paylarının 1/2'si iken tamamının dikkate alınması da yanlıştır. Bu haliyle tasarruf nisabı ve saklı payın hesabına ilişkin, bilirkişi raporu hüküm kurmaya elverişli değildir…”[11](T.C.YARGITAY 2. Hukuk Dairesi Esas:2010\9218 Karar:2010\15381 Karar Tarihi: 27.09.2010)


TENKİS DAVASI


Tenkis; miras bırakanın bazı ölüme bağlı tasarruflarının ve sağlar arası kazandırmalarının (TMK md.565) saklı pay veya payları ihlal ettiği gerekçesiyle etkisiz hale getirilmesine denilmektedir. Bu kazandırmalar henüz ifa edilmemişler ise bu halde mirasçıların bu borçlardan kurtulmasına ancak ödemişler ise bu halde de ödedikleri oranda geri iadelerine TMK’de tenkis denilmektedir. Tenkis davası da TMK md. 560\1 uyarınca; “Saklı paylarının karşılığını alamayan mirasçılar, miras bırakanın tasarruf edebileceği kısmı aşan tasarruflarının tenkisini dava edebilirler.” şeklinde ifade edilmekle beraber, genel itibari ile miras bırakanın tasarruf özgürlüğünün sınırlarını aşması halinde saklı pay mirasçılarının (4721 sayılı TMK md.505 hükmüne göre; "Mirasçı olarak altsoyu, ana ve babası veya eşi bulunan miras bırakan, mirasının saklı paylar dışında kalan kısmında ölüme bağlı tasarrufta bulunabilir. Bu mirasçılardan hiçbiri yoksa, miras bırakan mirasının tamamında tasarruf edebilir.”) ve istisnaen de saklı pay mirasçı alacaklılarının başvurabileceği hukuki bir yol olarak ifade edilmektedir. Aynı zamanda bu kimseler taraflarına karşı açılmış bir davada tenkis def’ini de ileri sürebileceklerdir.[12]


Tenkis davası yenilik doğuran bir dava niteliği taşımaktadır. Nitekim davada hakimin vereceği karar neticesinde, miras bırakanın yapmış olduğu kazandırıcı iş ve işlemler mirasın açılmış olduğu yani miras bırakanın ölümü neticesinde hüküm doğurmak ve geçmişe etkili olmak sureti ile kısmen yahut tamamen geçersiz kılınması sonucunu doğurur. Bu dava mirasa ilişkin özel bir iptal davası niteliği taşımaktadır.


Tenkis davası yalnızca miras bırakanın ölümü neticesinde açılabilen bir davadır. Saklı paylı mirasçılar, miras bırakanın yapmış olduğu ölüme bağlı tasarrufları ile sağlar arası kazandırmaları neticesinde mahfuz hisseleri kesin olarak zarara uğruyor olsa dahi ve hatta telafi edilemeyecek zarar doğacak olsa dahi (misal bağışlanan bir miktar paranın geri alınması imkansız hale gelecek olsa dahi) tenkis davası açamayacaklardır. Nitekim bununla birlikte geçici hukuki koruma sağlayan ihtiyati tedbir talebinde bile bulunamayacaklardır.


Tenkis davasını saklı pay mirasçılarının açabileceğini ve saklı pay mirasçıların da kimler olduğunu açıklamakla birlikte, eğer bir mirasçı saklı pay mirasçısı olsa bile kendisinden önce gelen mirasçı sebebiyle miras hakkını kazanamayan kimseler tenkis davasını açamayacaklardır.


Miras bırakan, saklı pay mirasçısına bazı kazandırmalarda bulunmuş ise bu halde, mirasçının saklı payına tecavüz edilip edilmediği hesaplanırken bu hususlar da göz önünde tutulacaktır. Mahfuz hisseli mirasçının hissesine mahsup etmesi gereken kazandırmalar ise şu şekilde sıralanabilir; ölüme ve sağlar arası tenkise tabi kazandırmalar ile denkleştirmeye tabi kazandırmalardır.


Tenkis davası açma süresi TMK md.571’de hükme alınmıştır. Maddeye göre; “(1)Tenkis davası açma hakkı, mirasçıların saklı paylarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak bir yıl ve herhâlde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın açılması tarihinin üzerinden on yıl geçmekle düşer. (2)Bir tasarrufun iptali bir öncekinin yürürlüğe girmesini sağlarsa, süreler iptal kararının kesinleşmesi tarihinde işlemeye başlar. (3)Tenkis iddiası, def'i yoluyla her zaman ileri sürülebilir.” denilmektedir. Yetkili ve görevli mahkeme ise miras bırakanın son yerleşim yeri olan Asliye Hukuk Mahkemeleridir.


Yargıtay 16. HD’nin bir kararı; “…Davacılar, davalının annesi, kendilerinin anneannesi olan miras bırakan N. Ç.'ın sağlığında kendilerinden mal kaçırmak amacıyla Solaklar Köyünde bulunan bir kısım taşınmazlarını davalıya hibe ettiğini, böylelikle saklı paylarının ihlal edildiğini belirterek, yapılan temliklerin saklı payları oranında tenkisen iptaline karar verilmesini talep etmişlerdir. Davalı davanın reddini savunmuştur. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne, her bir davacı için 13.847,92'şer TL'nin davalıdan alınıp davacılara verilmesine karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir. Hükme esas alınan 24.04.2007 tarihli bilirkişi raporunda, terekenin ölüm tarihindeki değeri hesaplanırken, davalıya bağışlanan 1057 parsel içinde bulunan ahır, davalı tarafından yaptırıldığından bahisle tenkis hesabında dikkate alınmamış olup, bu rapora davacıların da herhangi bir itirazı olmadığı halde, sabit tenkis oranı bulunduktan sonra davalının seçimlik hakkını kullandığı tarihte temlike konu taşınmazların değerleri yeniden belirlenirken sözü edilen ahırın değerinin de bu miktara eklenmesi suretiyle davalıdan tenkis edilecek miktarın fazla tayin edilmiş olması isabetsiz olduğu gibi, dava dilekçesinde faiz talepleri olmadığı halde 24.11.2009 tarihli oturumda faiz talep eden davacılar usulüne uygun herhangi bir ıslah talebinde bulunmamış olmalarına rağmen davacılar S. ile S. yararına takdir edilen miktarlara faiz takdir edilmesi de yerinde bulunmadığından…”[13](T.C. YARGITAY 16. Hukuk Dairesi Esas: 2010\2184 Karar: 2010\2527 Karar Tarihi: 26.03.2010)

[1] Remzi Demir, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunumuza Göre Açılan Tenkis Davası ile Mirasçıların Açabileceği Diğer Davaların Karşılaştırılması, Dergipark, Yıl 2020, Cilt, Sayı 1, Sayfalar 341 - 364. [2] Mehmet Remzi\Sezer Aydın\Murat Ispartalı, Medeni Hukuk, İkinci Sayfa Dizisi Yenilenmiş Üçüncü Bası, Mayıs 2003, S.285. [3] Caner Taşatan, TÜRK MEDENİ KANUNU'NA GÖRE MİRASÇI ATAMA. İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, (2019), 10 (1) , 40-49. DOI: 10.21492/inuhfd.450320. [4] DURAL, ÖZ, Türk Özel Hukuku Cilt IV Miras Hukuku, Filiz Kitabevi İstanbul, Kasım 2012, S.6\47,48,49. [5] DURAL, ÖZ, Türk Özel Hukuku Cilt IV Miras Hukuku, Filiz Kitabevi İstanbul, Kasım 2012, S.22\113. [6] DURAL, ÖZ, Türk Özel Hukuku Cilt IV Miras Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul, Kasım 2012, S.22\116 [7] Ahmet Türkeri, T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk (Medeni Hukuk) Anabilim Dalı, Türk Medeni Hukukunda Evlat Edinmenin Hukuki Sonuçları Yüksek Lisans Tezi, Ankara-2007, S.116 [8] Ahmet Türkeri, T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk (Medeni Hukuk) Anabilim Dalı, Türk Medeni Hukukunda Evlat Edinmenin Hukuki Sonuçları Yüksek Lisans Tezi, Ankara-2007, S.117 [9] Anayasa Mahkemesinin E:1987\1 (743 Sayılı Kanun ile İlgili), K: 1987/18 Sayılı Kararı [10] Gökçe CANARSLAN, Electronic Journal of Vocational Colleges-December/Aralık 2015, Dergipark Sayı 715312, S.2. [11] T.C.YARGITAY 2. Hukuk Dairesi Esas:2010\9218 Karar:2010\15381 Karar Tarihi: 27.09.2010 [12] Remzi Demir, Yıldırım Beyazıt Hukuk Dergisi Dergipark, Yıl 2020, Cilt, Sayı 1, S. 341 - 364 [13] (T.C. YARGITAY 16. Hukuk Dairesi Esas: 2010\2184 Karar: 2010\2527 Karar Tarihi: 26.03.2010)

Av. Asil ÖZKAN & Stj. Av. Zehra GÖKAL

Comments


©2021 Tüm hakları saklıdır.

Özkan&Dönmez Hukuk ve Danışmanlık

bottom of page