Türkiye, bulunduğu coğrafyanın özellikleri gereği sık sık doğal afetlerle karşı karşıya kalan bir ülkedir. Aktif deprem kuşağında bulunmasından ötürü deprem ve iklim şartlarından ötürü sel bu coğrafyada sık karşılaşılan afetlerden birkaçıdır.
Bir doğal afet sonucundan bazı zararlar ortaya çıkabilir. Bu zararların tazmini bir kişiye, kuruma veya kuruluşa yüklenilebileceği gibi zaman zaman da mesul olunamaz. Kişinin, afet sonucu ortaya çıkan zararlardan sorumlu olması için illiyet bağının kopmamış olması gerekir. Aslen müteahhit ruhsata uygun bina inşa etmemekten ve gerekli özenin gösterilmemesinden doğan zararlardan sorumludur. Genel olarak cezai ve hukuki olarak sınıflandırılır ve müteahhidin ancak bir yapıyı kuralına uygun yapmadığı zaman sorumluluğu doğar.
Hukuki Sorumluluk
Öncelikle müteahhidin hukuki sorumluluğunun bulunması için binayı kurallarına göre yapmaması gerekir. Kullanılan malzemenin doğru olmaması, çizilen ve planlanan gibi yapılmaması buna örnek verilebilir. Genel bir ifadeyle bir kusuru bulunmalıdır. Bu kusurun oluşmasıyla ayıba karşı tekeffül sorumluluğu doğmaktadır. Ayıba karşı tekeffül borcunun şartlarını incelemek gerekirse;
1) Yapının tamamlanıp teslim edilmiş olması
"Teslim iş sahibinin eser üzerinde araçsız zilyetliğinin sağlanması ile gerçekleşir. Hukuken teslim sözleşmeyi yerine getirmek amacıyla eseri iş sahibinin emrine vermektir. Diğer bir deyimle yüklenicinin yerine getirmek amacıyla eseri iş sahibinin buyruğuna vermiş olmasıdır"[1] (15. HD., T. 7.4.1975, E. 1975/2021, K. 1975/1981)
2) Yapının ayıplı olması
"... Bozukluk bir malda normal olarak bulunması gereken niteliklerin bulunmaması ya da bulunması caiz-olmayan bozuklukların bulunmasıdır. Diğer bir söyleyişle bozukluk eşyanın normal niteliklerinden ayrılmasıdır. MK 2. maddesi uyarınca sözleşme konusu yapılan eserin kullanılacağı yeri göz önünde bulundurarak uygun nitelikte eseri meydana getirmelidir.’’ [2] (15. HD., T. 14.3.1977, E. 1977/1210, K. 1977/5464)
3) Muayene ve ihbar yükümlülüğünün zamanında yerine getirilmiş olması gerekmektedir.
"Ne var ki, davacı iş sahibi açık bozuklukları çabucak yükleniciye bildirmemiş, sonradan ortaya çıkan ayıplar için de durumu öğrenir öğrenmez yükleniciye derhal haber vermek hukuksal ödevini yerine getirmemiş. Bu durumda yüklenicinin sağlama borcu tamamen düşmüştür." [3] (15. HD., T. 22.5.1980, E. 1980/871, K. 1980/1136)
Ayıbın deprem anında ortaya çıkması sonucunda, hak sahibi durumu derhal müteahhide bildirmelidir. Yapılan ihbar sonucunda seçimlik haklar ortaya çıkar. Bu haklar sözleşmeden dönme, bedel iadesi ve kusurun giderilmesini istemektir.
Belirtmek gerekir ki ortaya çıkan hasarın kaynağının da araştırılması gerekir. Şayet tüm kurallara uyulması durumunda dahi hasarın ortaya çıkması kaçınılmaz ise tazminatta indirim yapılabilir.
“Diğer yandan, bina, plan ve projesine, imar düzenlemelerine ve deprem yönetmeliğine uygun yapılmış olsa bile, gerçekleşen depremin şiddeti göz önünde tutulduğunda binanın deprem nedeniyle hasara uğraması kaçınılmazdır. (06.03.2013 Tarih, 2012/786 Esas 2013/318 Karar sayılı Hukuk Genel Kurulu ilamı) Bu itibarla, belirlenen tazminattan olay tarihinden yürürlükte bulanan 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 43. maddesi (TBK 51/1) gereğince adalete uygun bir hakkaniyet indirimi yapılması da gereklidir. Bu hususta bir değerlendirme yapılmamış olması da doğru görülmemiş, hükmün açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.’’ [4] (YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ, E. 2017/2640, K. 2020/2367, T. 30.6.2020)
Cezai Sorumluluk
Ceza hukukunda bireylerin cezalandırılabilmesi için illiyet bağının kesilmemesi gereklidir. İlliyet bağı hareket ile netice arasında kurulur ve cezalandırma yapılabilmesi için oluşması zorunludur. Müteahhidin cezai sorumluluğundan bahsedilebilmesi için de hareket ile netice arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Müteahhidin gerekli özeni göstermesi durumda yine de bina yıkılmışsa bu durumda arada nedensellik bağının olmadığı söylenebilir ve cezalandırma yapılamaz. Şayet gerekli özenin gösterilmemesinden dolayı netice oluşmuşsa cezalandırmaya gidilir. Bu durumda müteahhit taksirle öldürme ve yaralama suçlarından sorumlu tutulacaktır. Taksir, bireyin dikkat ve özen yükümlülüğüne uymamasıdır, netice öngörülebilirdir. Hukukumuzda taksirle adam öldürme bireyin kusurlu bir davranışı ile öngörülemeyecek şekilde bir başka kişinin hayatına son vermesi olarak tanımlanır.
Taksirle öldürme
Madde 85- (1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Taksirle yaralama
Madde 89- (1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
“... faal inşaat mühendisi olup Ceyhan ilçesinin 1992 yılında üçüncü derece deprem kuşağında yer alıyor olduğunu bilmesi gereken sanığın, nizam, emir ve kaidelere ve özellikle de üçüncü derece deprem bölgelerini de içeren Deprem Yönetmeliği (1975)’ne uymadan ilave kat projesi yapıp bunun fenni mesulünü üstlendiği, 27.6.1998 tarihinde meydana gelen depremin oluşturduğu sarsıntı ile yöredeki binalarla birlikte sanığın sorumluluğunda ilave katları inşa edilen binanın da çöktüğü ...”[5](Yargıtay 9. CD. 20.11.2000, 2501/2957)
İdarenin Sorumluluğu
Sorumluluk hesabı yapılırken müteahhidin sorumluluğuna tek başına bakılmamalıdır. Ayrıca yapının yapım aşamasında ve sonrasında denetimle mükellef kişilerinde sorumlulukları ve neticedeki payları araştırılır. İdarenin sorumluluğu iki alt başlıkta incelenir. Kusurlu ve kusursuz sorunluluk. Kusursuz sorumluluk kusur bulunmasa dahi oluşan zararla idare arasında nedensellik bağı bulunduğu durumlarda ortaya çıkmaktadır. Kusurlu sorumluluk ise hizmetin hiç işlememesi, geç işlenmesi veya kötü işlenmesi olarak karşımıza çıkabilir. Bu durumlar sonucunda idarenin zararı tazmin etmesi gereklidir.
‘‘Deprem kuşağında yer alan bölgede, deprem gerçeğinin bir veri alınması suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan idarenin ‘olumsuz eyleminin’ bulunması durumunda, depremin mücbir sebep olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğini kabule olanak bulunmamaktadır. Bu durumda, Mahkemece uğranıldığı ileri sürülen zararın oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmesi gerekirken depreminin mücbir sebep kabul edilerek zararla idari faaliyet arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın reddi yolundaki kararda isabet görülmemiştir.” [6](Danıştay 11. D., 20.06.2007 tarih, 2005/1353 E., 2007/6248 K.)
‘‘…sanıkların kaçak nitelikte olup meydana gelen deprem neticesinde yıkılan yapıyı usul ve yönetmeliklere uygun hale getirme niyet ve girişimlerinin ileride ortaya çıkabilecek resmi ve sanıklar arasında mülkiyete ilişkin oluşabilecek sorunları önlemeye yönelik olduğu, 1. dereceden deprem bölgesi sınırları içinde bulunan Van ilinin bu özelliğinin öngörülebilir nitelikte olduğundan şüphe bulunmamakla beraber sanıklar tarafından meydana gelen depremin ve bu deprem neticesinde kendilerinin de bizzat ikamet ettikleri yapının yıkılabileceğini öngörmelerinin beklenemeyeceği, bununla beraber deprem bölgelerinde yapılan inşaatların, inşa edilen yerin deprem risk durumuna göre sağlamlık ve direnç hesaplamalarının inşaatları bizzat projelendiren, sürdüren ve denetleyen kişilerce yapılması gerektiği, sanıklar … ve … satın aldıkları ve deprem neticesinde yıkılan binanın kaçak nitelikte olduğunu bilmelerine rağmen inşa aşamasında etkin bir rol almadıkları, kaçak nitelikteki binayı satın alarak bir takım riskleri üstelen sanıkların meydana gelen neticede taksir düzeyinde sorumlu oldukları kabulünde tereddüt bulunmamakla, bir depremin meydana geleceği ve bu deprem neticesinde sahip oldukları binanın yıkılarak ölümlere sebebiyet vereceğini öngörmelerinin kendilerinden beklenemeyeceği gözetilmeden basit taksir düzeyinde sorumlulukları bulunan sanıklar hakkında TCK’nın 22/3. maddesinde tanımlı bilinçli taksir hükümleri uygulanmak suretiyle fazla cezaya hükmolunması, SONUÇ: Kanuna aykırı olup, sanıklar müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 Sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca hükmün isteme kısmen uygun olarak BOZULMASINA…”[7](YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ, E. 2020/332, K. 2020/2497, T. 9.3.2020)
KAYNAKÇA
1)Yrd. Doç. Dr. Asuman TURANBOY, YARGITAY KARARLARINA GÖRE MÜTEAHHİDİN TESLİMDEN SONRA İNŞAATDAK NOKSAN VE BOZUKLUKLARDAN DOĞAN MESULİYETİ,
2)Prof. Dr. Mehmet Emin ARTUK-Yrd. Doç. Dr. İlhan ÜZÜLMEZ, TAKSİRLE TEHLİKEYE SEBEBİYET VERME SUÇU (765 S. TCK M. 383) GENEL GÜVENLİĞİN TAKSİRLE TEHLİKEYE SOKULMASI (5237 S. TCK M. 171),
[1] 15. HD., T. 7.4.1975, E. 1975/2021, K. 1975/1981 [2] 15. HD., T. 14.3.1977, E. 1977/1210, K. 1977/5464 [3] 15. HD., T. 22.5.1980, E. 1980/871, K. 1980/1136 [4] YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ, E. 2017/2640, K. 2020/2367, T. 30.6.2020 [5] Yargıtay 9. CD. 20.11.2000, 2501/2957 [6] Danıştay 11. D., 20.06.2007 tarih, 2005/1353 E., 2007/6248 K. [7] YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ, E. 2020/332, K. 2020/2497, T. 9.3.2020)
Av. Emre DÖNMEZ & Stj. Av. Gülce Naz ÇELİK
Comentários